Star TV'nin 'aile komedisi' İbreti Ailem'de karı-koca rolünde
karşımıza çıkan deneyimli oyuncular Şebnem Sönmez ve Zafer Algöz'le
buluştuk. Günümüz Türk insanının hayallerinden başladık sohbete, set
çalışanlarının ve tiyatronun halinden çıktık...
Dizide ilk
bölüm, ilk sahne: Aile kahvaltıda, televizyonda bir belgesel. “Ben dizi
seyretmem, belgesel seyrederim”cilere selam çakıyorsunuz sanırım...
Zafer
Algöz: E tabii, belgeseldeki hayvanların bizde insan olarak
karşılıkları var. Kimisi tilkiyle, kimisi çakalla özdeşleşiyor. O yüzden
koyulmuş bir motif o.
Şebnem Sönmez: Belgesel, bölümü jenerik
öncesinde anlatıyor, “Şimdi neler olacak?” diye küçük anahtarları
veriyor. Hem dediğiniz gibi “Ben sadece belgesel izliyorum” yalanına
gönderme hem de bizim sonra yaşayacaklarımız o hayvan belgeselinde
anlatılanların uzantısı olacak. Kim hayvan kim insan, biraz da bunu
anlatan hoş bir formatımız var.
“Hayata kestirmeden gitmeye çalışanların hikâyesi” diyorsunuz ‘İbreti Ailem’ için… Mümkün mü ki bu?
Zafer
A.: Değil ama umut işte. Hiç emek sarf etmeden hemen parayı bulmaya
çalışanlar çok var. Ülkemizde şans oyunlarına bu kadar rağbetin
olmasının nedeni de bu. Eskiden sadece cumartesileri olan Sayısal Loto
çekilişleri şimdi neredeyse haftanın altı gününe yansıdı. Bu da
insanların bir an önce zengin olup, arzu ettiği bir hayatı yaşama özlemi
içerisinde olduğunu gösteriyor. Milyarda bir insana belki bu şans
vuruyor ama “Niye canım bana olmasın?” diye düşünüyor. Zannetmiyorum ki
Türkiye ’de bir evde “Aman canım boşver, zengin olup ne yapacağız”
denildiğini.
Şebnem S.: Tevekkül toplumu değiliz.
Zafer A.:
Otomobil alma arzusu mesela... Adam asgari ücret alıyor ama bu arabanın
deposunu nasıl doldururumun derdine düşmüyor. Önemli olan bir arabam
olsun! Böylelikle sınıf atlamış hissediyor.
Hepimiz her zaman çok hayalciyiz, değil mi?
Zafer A.: Çünkü biz Doğu toplumuyuz. Doğu toplumunda hayal daha ön plandadır, Batılılar daha gerçekçidir.
Şebnem
S.: İnsanların hayallerinin ne olduğu da değişti ama... Batı’nın
pompaladığı, bize ait olmayan değerleri hedef yaptık. Şu anda bir
masaldan bahsediyoruz: ‘Birlik, beraberlik, paylaşmak.’ Komşunun külüne
muhtaç olan komşulardan bahsedince “Bırakın artık bu eski saçma sapan
sözleri!” algısıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ama böyle bir toplumun
insanlarıyız. Hemen! Şimdi! Çabucak! Hep bir şeyi kısa hedefe koyup, onu
çok büyük hedef zannetmekle çok kaybediyoruz.
Uzun zamandır bu sektörün içinde olduğunuzdan set ortamlarını karşılaştırmanızı istesem? Bir iyileşme var mı sizce?
Şebnem
S.: Bence daha da zorlaştı çünkü süreler çok uzadı. Bütün teknik
ekibin, kamera arkasındaki arkadaşların, kamera önündekilerin, yazan
arkadaşların, yapımcının işi çok zorlaştı. 40 dakika çekerdik ‘Bir Demet
Tiyatro’yu, o bile uzun gelirdi. Komediyse bu iş, dünya standartlarında
maksimum süresi 25 dakikadır. Daha uzun olduğunda o komedi komedi
olmaktan çıkıyor. Komedi zamanlama, ritim ve tempo işidir, bu ölçüleri
şart kılar. Setlerde ölen arkadaşlarımız var ve bunların duyulmamasına
çok canımız yanıyor. Sine-Sen ve Oyuncular Sendikası olarak bu
koşulların değiştirilmesi üzerine çılgın bir çalışma içindeyiz. SSK’lı
çalışma zorunluluğunun da olması gerekiyor. Ama salt oyuncuların
yapabileceği bir şey değil bu. Sektörün bütün bileşenlerinin insana
değer vererek davranmasıyla mümkün. Lütfen artık sesimizi duyun!
Zafer
A.: Biz oyuncular olarak ne kadar uzun süre çalışsak da günde 8-10
bilemedin 16 saat… Öyle veya bu şekilde oyuncunun dinlenme zamanı
oluyor. İşiniz bitti mi gidebilirsiniz ama teknik kadro için öyle bir
durum yok. Çoluğunu çocuğunu adam gibi göremeden büyüten anne-babalar
biliyorum setlerde.
Peki tiyatroları konuşacak olursak... Şu an içinde bulunduğumuz durum sizi kırıyor mu?
Zafer
A.: Ziyadesiyle kırıyor. 15 yaşımdan beri Devlet Tiyatroları (DT)
camiasında olan bir oyuncuyum, çocuk ve gençlik tiyatrosu kurslarıyla
başladım. 1985’ten beri DT’de aktif bir oyuncuyum. Yöneticilik de yaptım
beş sene. Yapılması istenen değişikliği ödenekli bütün kurumları zora
sokacak bir tasarı olarak görüyorum. Başbakan’ın yanlış
bilgilendirildiğini düşünüyorum. “Dünyada böyle örnek var mı, devlet
sanata katkı verir mi?” gibi açıklamalar çok yanlış. Dünyada sanat
kurumlarına destek veren, ödenek ayıran çok fazla devlet var,
bizimkinden çok çok daha büyük bütçelerle bu işlere yatırım yapıyorlar.
Zaten sanata ayrılan bütçe çok komik, Kültür ve Turizm Bakanlığı ’nın
bütçesi binde 3’lerde… Avrupa ülkelerinde ise bu oran yüzde 7’yi
buluyor. Ödenekli tiyatroların kapatılması bir kere halkın, sanat
ürünlerini kendi gelir seviyelerine göre takip edebilme lüksünü
engellemiş olacak. Bizim ödenekli tiyatroların oyuncularını izleyen
insanlar elit, zengin insanlar, dört başı mamur yaşayan insanlar değil
ki ücretli ya da öğrenciler... DT’nin kapatılması ya da sanatın
özelleştirilmesi gibi bir proje yapılırsa Türkiye ’de sanatın kalitesi
inanılmaz düşer.
Şebnem S.: O sanat olmaz ki zaten.
Zafer A.:
Sanat olmaz, ticari işler olur. Herkes nasıl olsa halka en kolay en
ucuz, basit, kendilerine göre komik sayılabilecek güldürüleri tiyatro
diye yutturma yoluna gider. Bu sefer genç kuşak gerçek sanatla sahte
sanatı ayırt edemez duruma gelir. Ödenekli tiyatroların kapatılması
Türkiye ’nin edebiyatına, şiirine, halk müziğine, sanat müziğine de çok
büyük darbe vurur. Çünkü en azından bu ödenekli kurumların sanatın diğer
kollarına çok büyük katkısı vardır. DT’nin bir yılda 6 bin temsil
yaptığını biliyorum. Türkiye genelinde sayılarının toplamı 800’ü geçmez
DT oyuncularının. 72 milyonluk bir ülkede 800 sanatçı bence çok az.
Bunun çoğaltılması gerekiyorken, ‘Bu üzerimizde kambur, bunu kapatalım’
denmesi sanata büyük bir darbe demektir...
Şebnem S.: Dünyada
insanlar, ülkeler sadece üç şeyle birbiriyle yarışabilir: Bilim, sanat,
spor. Politikalar birbiriyle yarışamaz. Politika yok etmeye, sanat,
bilim ve spor var etmeye ve çoğaltmaya yarayan üç büyük alandır. Bu üç
unsurdan daha üstün hiçbir şey olmadı dünyada.
Zafer A.: Bütün bu olaylar ilk başladığında bir köşe yazarı şöyle yazmıştı…
Şebnem S.: İskender Pala adı…
Zafer
A.: Şöyle yazdı: “Hem parasını devletten alacaksın yani benden hem de
benim düşüncemin, inancımın, hayat görüşümün tersinde işler yapacaksın.
Böyle şey mi olur?” Kim iktidar olursa olsun sanat her zaman muhalefet
olmak zorundadır. İktidardaki kişiler sanat yapan insanlarla aynı
görüşte olsalar bile sanatın her zaman onun karşısında olmak gibi bir
yükümlülüğü vardır. Çünkü dünyanın her ülkesinde insanlar hep şampiyon
olanın, iktidar olanın yanında olmak isterler. Güç, kuvvet ve kudrete
sahip olduğunuzda insanlar size gerektiği gibi muhalefet yapamaz. Ama
sanat iktidarın her zaman karşısında olmalıdır ki doğru yapılana doğru,
yanlış yapılana yanlış deme özgürlüğüne sahip olsun. İktidardakilerin de
bu esnekliğe tahammül etme zorunlulukları var. Çünkü bir yerde eleştiri
yoksa orada yanlış giden bir şeyler var demektir.
‘Beşiktaşlı olma ayrıcalığı bize kalsın!’
Fanatik Beşiktaşlı olduğunuz bilinir, diyelim ki karşınızda takım tutmayan biri var. Onu Beşiktaşlı yapmak için ne söylersiniz?
Zafer
Algöz: Derim ki “Bir gün herkes Beşiktaşlı olmasın. Bırakın o ayrıcalık
bizlere kalsın.” Zaten birini bir kere Beşiktaş Çarşı tribününün içinde
bir maça götürürsem o otomatikman Beşiktaşlı olur. Kimi götürdüysem
oldu çünkü. Benimki takım tutmaktan ziyade kara sevda! Çarşı’nın bir
sloganı vardır, “Çarşı bedene indirgenemez, çarşı ruhtur” diye. Aynen
öyle!
‘Herkes oyuncu olamaz’
Uniact isminde bir kursunuz başlıyor yakında. Diyelim ki biri geldi dedi ki “Çok fena oyuncu olmak istiyorum.” Ne dersiniz?
Şebnem
Sönmez: “Olmaz öyle şey” derim. Oyuncu olmak isteyen herkes oyuncu
olamaz. Bir yetenek varsa, hepimiz el pençe divan dururuz. Ve rehberi
olmaya da hazırız. Popülerlik için gelenleri seçmeyeceğiz elbette ama
birlikte yürüyebileceğimizi düşündüğümüz herkesle unique çalışmalar
yapacağız ve oyuncu olmayı gerçekten kafasına takmış kişide hakikaten
bir yürüyüş görürsek gerçekten bir ömür boyu beraber oluruz. Bu kurs
Mimar Sinan Üniversitesi’nden dönem arkadaşım Tunca Aydoğan’ın aklına
geldi. Her öğrencinin kendinde olan ile karşılaşıp onunla eğitim
görmesini özellikle sağlayacağız. Bu arada
Uniact deyince insanlar universal acting diye düşünüyor ama ‘unique’ diye de bir bütünlemesi var.
Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder